Koleksiyonculuğa para ile başlayın
Antikacılığa ilgi duyan ve koleksiyon meraklısı olanlar için en uygun başlangıç noktası, para koleksiyonculuğu. Parçaların kolay bulunur olması ve ekonomik olarak daha ucuza malolması gibi özellikleri, para koleksiyonculuğunu amatör koleksiyoncular için cazip kılıyor
Eğer koleksiyon yapma fikrindeyseniz, şimdi kullandığımız bozuk paralardan işe başlamalısınız. Yok, ille de antika olmalı diyorsanız, eski paraları araştırmaya başlamalısınız.
Hem kolleksiyon hem de antika tutkunlarını tatmin edecek bir uğraş olan para koleksiyonculuğu, yeni başlayanlar için de, çok zor olmadığı için, iyi bir giriş.
Şimdi de eski adı “nümizmatik” olan para koleksiyonculuğu hakkında biraz bilgi edinelim. Nümizmatik sözcüğü, Yunanca “nomizma”(madeni para)dan türemiş ve daha sonra Fransızca “nümizmatik” adını almıştır. Sözcüğün kelime anlamı; “sikke ve madalyonların tarihi ve tanımıyla uğraşan bilim”dir.
Nümizmatik, incelediği nesnelerin zamanla bozulmaması sayesinde sikke ve madalyalarda kullanılan alaşımları ve bunların ağırlıklarını, paraların yeryüzünde dağılımı ve yayılım alanlarını ortaya koyarak; coğrafyanın, tarihinin, dinler ve gelenekler tarihinin, sanat tarihinin ve çeşitli devirlerdeki ticaret sistemlerini inceleyen ekonomi tarihinin başlıca yardımcısı olmuştur.
Roma’da başladı
Para koleksiyonculuğunun başlangıcı Romalılar’a dek ulaşır. Dünyaca ünlü Sezar, Pompeius ilk para koleksiyoncularındandır. Bizde ise para kolleksiyonculuğu ancak 20. yüzyılın başlarında müzeciler tarafından başlatılmıştır.
Nümizmatik alanı içine giren konular kısaca, madeni ve kağıt paralar, madalyalar, nişanlar, hatıra madalyonları ve jetonlar gibi ana dallara ayrılır.
Yeniasır
Uzmanlar, madeni para koleksiyonculuğuna yeni başlayanlara öncelikle biriktirilecek paraların kolaylıkla ve fazla fiyat farkı ödemeden edinilmesini öneriyorlar. Bu da ilk olarak aklımıza günlük alışverişlerimizde kullandığımız madeni bozuk paraların koleksiyonunu yapmayı getiriyor.
Bunu duyduğumuzda “bu paralar hemen herkesde var” dememeliyiz. Çünkü bugün için komple ve çil olarak Türkiye Cumhuriyeti madeni paralarının tam bir koleksiyonu hemen hemen hiç kimsede yok gibidir.
Zaman ilerledikçe görülecektir ki bu koleksiyonu yapmak sanıldığı kadar kolay değildir. Çok temiz veya çil durumdaki eski tarihli paraların bulunması oldukça zordur. Hatta bazıları için elegeçirilmeleri olanaksız bile diyebiliriz.
Çil para edinin
Para koleksiyonu yapmanın pul koleksiyonu yapmaya göre bir farkı vardır. O da paranın kullanılması sebebiyle eskimesidir. Pul için de eskime söz konusudur ama, bir pul yapıştırılmak suretiyle sadece bir kere kullanılır ve bu durumda pul, damgalı adını alarak yıkanıp, kağıdından ayrılarak biriktirilir.
Halbuki parada sıksık kullanılan madeni para yıpranır, yıprandıkça koleksiyon değeri azalır. Yani koleksiyon için alacağımız paralar mutlaka çok temiz veya çil olmalıdır. Bir para ne kadar ender olursa olsun şayet çok temiz veya çil değilse, değer kaybeder.
Buna paralel olarak biraz ender bulunan bir para ne kadar temiz ve çile yakın olursa kısa zamanda o kadar değer kazanır. Bu nedenle uzmanlar koleksiyonculara olabildiğince çil para edinmelerini öneriyorlar.
Bir diğer konu da, yapılacak koleksiyonun başlangıçta mümkün olduğu kadar tamamlanması ve dar çerçeveli bir koleksiyon olmasıdır. Yani tüm dünya veya tüm Avrupa memleketlerini içeren bir madeni para koleksiyonu yapmak oldukça zor ve masraflıdır. Bölük pörçük, tamamlanamamış bir koleksiyon hiçbir zaman değer taşımaz.
Bu nedenle edinilmesi kolay olan Cumhuriyet madeni paralarıyla işe başlanmalıdır. Hele hele biraz da bu işten zevk almaya başlamışsak daha gerilere gider, modern Osmanlı madeni paraları ya da Osmanlı madalya ve madalyonları konusuna da uzanabiliriz.
En ekonomik yol
Yurdumuzda para koleksiyonculuğu bizler tarafından yeterince benimsenmemiş ve dolayısıyla eski tarihli paralar kullanılmaktan aşınmış bir durumda bulunuyorlar. Bu nedenle çil durumda bulunan paraları almakta tereddüt etmemeli ve hatta maddi durumumuz buna elveriyorsa bu tip paralardan birden fazla sayıda satın alınmalı.
Yurdumuzda genellikle koleksiyoncu elinde koleksiyonuna dahil edeceği temizlikteki paraları bulmakta zorlu çektiği için bu paraların değerinden bile fazla bir bedel teklif edildiği halde çoğu kez bunları satmamakta ama kendisinde mevcut olmayan diğer bir koleksiyonluk para ile rahatça değiştirme işlemini kabul etmektedir.
İşte bu yüzden bu paradan bende var demeyip eğer maddi gücümüz elveriyorsa aynı paradan birkaç tane alıp bir kenara koymalı diyor bu işle uğraşanlar. İleride mutlaka bunun yararının görüleceğini iddia ediyorlar.
Elbette her parayı her zaman çil durumda bulamayız. Bunun için de koleksiyondaki paraları, daima daha iyilerini yerine koymak suretiyle, değiştirmeliyiz.
Burada dikkat edilecek nokta, eksik olan fakat çil olmayan parayı satın alırken mümkün olduğu kadar ucuza satın almaktır. Bu da gümüş gibi değerli madenden yapılmış nadir olmayan bir para için, maden fiyatının azami yüzde elli ile yüzde yetmiş beş fazlasını kapsar.
Çok yüksek bedeller vererek bu paraları edinmek, pek tavsiye edilmiyor. Çünkü ileride bu paranın çili bulunduğunda ikinci kez yüksek bedel ödeyecek ve ayrıca bu parayı da takas yoluyla değiştirmek veya aldığımız yüksekçe bedelle satmak istediğimizde çok zorluk çekeceğiz.
Koleksiyonlardaki paradan daha temiz olanını bulup değiştirmek işlemi sürekli olarak devam edecektir; ta ki paranın çilini satın alana kadar. Bu bakımdan başlangıçta çil paraya sahip olmak biraz pahalı gibi görünse de aslında en uygun ve en ekonomik olanıdır.
Müzelerin en değerli parçaları
Tuğralı gümüşler
Tuğralı gümüşler günümüzün en nadir bulunan parçalarından. Osmanlılar’da gümüşten imal edilmiş her türlü eşyanın üzerine devrin sultanının, ünlü kişilerinin ya da önemli devlet adamlarının tuğraları vurulurmuş. Şu anda bulunabilmiş en eski tuğra örneği II. Bayezid’e ait.
Ancak her sultana ait en az bir gümüş eşya bulmak imkansız. Bunun nedeni ise Osmanlı ekonomisinde ortaya çıkan bunalımlara karşı alınan önlemler. Bu tuğralı gümüş eşyaların hemen hemen hepsi Yeniçeriler’e ödeme yapmak için eritilmiş ve eritildikten sonra akçe haline getirilmiş.
Hatta saraydaki eritilebilir eşyalar bitince, acilen bir fetva çıkarılarak halktan da eritilip akçeye dönüştürülebilecek eşyalar toplanmış. Eritilen eşyaların bazıları; fincan zarfları, şamdanlar, tepsiler, sahanlar, gülabdanlar, buhurdanlar, at koşumları, şamdanlar, hatta hamam taşları. Eritilmekten kurtulmuş, nadir parçalar ise bugün müzelerin en değerli parçaları olarak sergilenmeye devam ediliyorlar.
Özel koleksiyonların gözde parçaları
Bugünkü antikacılarda bile rastlayabilme şansınızın çok az olduğu bir parça da havan şamdanlar. Bu parçaya havan şamdan denmesinin nedeni havanın tokmağı olarak kullanılan parçanın üst kısmının, mum yerleştirilebilecek biçimde şekillendirilmiş olması.
Havan şamdanları çok eski devirlerden beri Çin’de, Memlukler’de ve Osmanlılar’da yapılıp kullanılmış. Osmanlı devri havan şamdanları genellikle bakır, pirinç, tombak ve tunçtan, çift ve değişik boylarda olmak üzere yapılmışlar. Kullanıldıkları zaman da yani bugünün antikaları olmadan önce de değerli olan havan şamdanları, daha çok konaklarda, saraylarda, camilerde, tekkelerde kullanılmışlar.
Çok sade bir forma sahip olan bu parçaların, üzerinde yazı ve tarih bulunanları ise bugün birer sanat eseri kabul ediliyor. Bu yüzden de bu parçalar ancak özel koleksiyonlarda bulunabiliyor.
Gelenekti, dekor malzemesi oldu
Annem anlatırdı; dedemin babası yani annemin dedesinin en büyük zevki nargile içmekmiş. Akşam yemeğinden sonra büyükdedenin gelini olan anneannem hemen onun nargilesini hazırlar, annemin de içlerinde olduğu evin küçük çocukları da film izler gibi, dedelerinin nargileyi nasıl fokurdattığını izlerlermiş. Dede, iki saniyeliğine oturduğu yerden kalkınca hepsi nargileyi bir kerecik içlerine çekmek için yarışırlarmış.
O zamanlar, sadece nargile içmek için gidilen özel yerler varmış. Şimdiyse yerlerini çoktan sigaralara ya da pipolara bırakmış durumdaki nargileler antikacılarda estetik birer obje, bir dekor malzemesi olarak karşımıza çıkıyorlar.
İlk defa Hindistan’da ortaya çıkan nargileler yaklaşık beş asırdır içenlere keyif veriyorlar. Nargileler; gövde, hortuma benzeyen marpuç, tütünün koyulduğu tabla olan ser, dumanı çekmeye yarayan imame ve bir cins tütün olan tömbekiden oluşuyor.
İlk örnekleri Hindistan’daki “narçil” isimli meyvenin içinin çıkarılıp kabuğuna bir kamış sokularak yapılan nargilenin gövdesi daha sonraları kabaktan yapılmaya başlanmıştır. Kullanımı yaygınlaştıkça porselen ve bronz gövdeli nargileler yapılmaya başlanmış, ardından cam, billur, çini, sırça, hatta gümüşten gövdeleri olan nargileler gelmiştir.
Estetik değerler
Günümüzde kullanılan nargilelerin adi camdan, düz ve işlemesiz gövdelere sahip olması antika nargileleri eskiliklerinin yanında estetik olarak da daha değerli kılar. Nargilenin gövdesinin içindeki su, tömbekinin nikotininin birazcık da olsa arındırılmasına yarar.
Nikotinden arınmış olan duman marpuç yoluyla ağza götürülür. Eski marpuçlar renkli meşinlerden yapılırmış ama meşinlerin dayanıklılık gücü fazla olmadığından günümüzde o tür marpuçlardan bulabilmek imkansızdır.
Bugün ise marpuçlar tamamen plastikten yapılmadır. İmame ise marpucun ucuna takılan ve ağza alınıp emilen kısımdır. Antika nargilelerin imameleri kehribardandır. Şimdiyse imameler de marpuçlar gibi plastikten yapılmaktadır.
Günümüzde nargileler, kullanılışı, hazırlanışı ve taşınması kolay olmadığı için çok az kişi tarafından yalnızca zevk için kullanılır. Yazı dizimizin başında antikaların değerlerinin, o parçayı yapan ustaların günümüzde bulunup bulunmadığına da bağlı olduğunu söylemiştik.
Galiba bu durum nargileler açısından yapımcıları kadar nargileyi içilmeye hazırlayan için de geçerli. Belki de onları bugünün antikası yapan etkenlerin başında artık onları hazırlamaya gelemeyenler var.
İlk kağıt paramız
Kurulduğu tarihlerde kendi parası olmayan Osmanlı Devleti, Selçuklu, İlhanlı, İran, Venedik paralarını kullanıyordu. Tarih kitapları ilk Osmanlı sikkesinin 1326 yılında, Sultan Orhan zamanında Bursa’da basıldığını yazar. Gümüş olduğu için “akçe” adı verilen bu para, o zamana kadar İslam aleminde olan dirhem ve dinar esasından farklı, üçü bir dirhem olan gümüş bir paraydı. Daha sonraları akçenin küsuratı olarak “pul”, “mangır” ve “çırık” adı verilen bakır sikkeler de bastırıldı.
1840 yılında “Kavaim-i Nakdiyye-i Muteberriler” çıkarıldı. Dört bin keselik faizli, 32 bin keselik “muaccelelü” kaimeler tedavüle sürüldü. Kaime uzun kağıt üzerine yazılan buyruk anlamına geldiği gibi, bir şeyin yerini alan anlamına da geliyordu. Gerçekten de uzun bir akğıt üzerine uzunlamasına yazılan buyruklardı ve paranın yerine geçmesi bekleniyordu.
Karşılıksız çıkarılan bu kaimelerin para gibi kullanılması amaçlanıyordu. Ancak elle yazılır olmaları çok kolay taklit edilmelerini sağladı.
Kaime işi Abdülhamit döneminde de yürümedi. İki sene , yedi ay, yedi gün tedavülde kalmış Abdülhamit dönemi kaimeleri bir gün Beyazıt meydanında Padişak ve erkanı devletin huzurunda bir güzel yakıldı.
İttihatçılar da bilinen savaş masrafları gerekçesiyle bu yola başvurdular. Ancak onlar nizamname ile yetinmediler. Kanun-u Mukavvat çıkardılar. Savaş giderlerini karşılamak için 150 milyon Franklık altın karşılığı bulunan kaimeleri piyasaya sürdüler. Kanuna göre bunlar her yerde geçecekti. Buna uymayanlara para cezası uygulanacaktı.
Yeni kaimeler Avrupa’daki kağıt paralara benziyordu. Bir ve beş liralık olarak bastırılmıştı. Savaş boyunca çıkarılan kaimelerin tutarı 160 milyon lirayı aşınca bunların yalnızca iki milyonluk bölümünün karşılığı ödenerek piyasadan çekilmişti. Geriye kalan 158 milyonluk kaime Türkiye Cumhuriyeti’nin başına kalmıştı.
Dolmuşçuluk yaparken başladı
Gazetemizin arşivinde eski para resmi ararken fotoğrafına rastladığımız Demirali Örs de, koleksiyonculuk işine “para” ile başlayanlardan.
Para koleksiyoncusu Demirali Örs, elindeki antika İngliiz parasını Mehmetçik Vakfı’na bağışlamak isteyince, 15. 5. 1995 tarihli Yeni Asır Gazetesi’ne haber konusu olmuştu. O tarihlerde 3 bin 500 paradan oluşan zengin bir koleksiyona sahip Örs, geçimini taksicilik yaparak sağlıyordu.
Osmanlı Mecidiyesi, Eski Yunan Kralı Georgius’un 1868 yılında çıkardığı Yunan parası, 1885 yılına ait eski Hollanda ve 1870 yılına ait eski Kıbrıs paraları da bu koleksiyonun kıymetli parçaları arasında yer alıyordu.
Dolmuşçuluk yaptığı günlerde arabasında kalan eski paraları biriktirmek suretiyle para koleksiyonculuğuna adım atan Örs ailesi, o tarihlerde evlerinde paralarını koyacak yer bulamıyorlardı. Kendisine ulaşamadığımızdan halen devam ediyor mu, etmiyor mu bilemiyoruz. Ancak bu öyle büyük bir tutku ki, kolay kolay bitmez. Hele para koleksiyonu yapıyorsanız, dünyanın en zengin insanı sizsiniz demektir.
katılıyorum en iyi ve en kolay koleksiyon metal veya kağıt para koleksiyonudur ben metal para koleksiyoncusuyumdur gümüş bakır ve çinko demirden metal para koleksiyonum var ve istediğimide ekonomik yönden rahatlıkla bulup alabiliyorum…